Sokak hayvanları tartışması: Yaşam hakkı mı güvenlik mi?

İstanbul Valiliği, ilçe belediyelerine gönderdiği yazıyla “başta okul çevreleri olmak üzere vatandaşların yoğun bulunduğu alanlarda” sahipsiz hayvanların toplanmasını istedi. Yazıda toplama faaliyetlerinin “çevre sağlığı, kamu düzeni ve halk güvenliği açısından” ivedilikle yapılması gerektiği vurgulandı.

Bu çağrı, kamuoyunda “hayvan hakları mı, insan güvenliği mi?” sorusu etrafındaki tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Valilik önünde protesto

Kararın ardından hayvan hakları örgütleri İstanbul Valiliği önünde eylem düzenledi. Kadıköy Sokak Hayvanları Forumu’nun çağrısıyla yapılan protestoda konuşan Dilek Atik, Valiliğin yazısını “katliam yasasının devamı” olarak nitelendirdi.

“Çocuk hakları bu sürecin bahanesi yapılıyor. Sokakların güvensizliğinin nedeni köpekler değil, iktidarın şiddeti meşrulaştıran politikalarıdır.”

Forumun açıklamasında ayrıca, Valiliğin yazısının yalnızca mevcut yasa değil, barınaklara dair müfettiş raporlarında yer alan “kapasite fazlası köpeklerin öldürülebileceği” ifadesiyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulandı.

“Öldürme döngüsü yaratılıyor”

DW Türkçe’ye konuşan Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden (HAKİM) Fatma Biltekin, yasa değişikliğinden sonra belediyelerin partiler üstü biçimde hayvan toplamaya başladığını belirtiyor. Ancak ona göre bu yöntemle sokakta yaşayan hayvanların sayısını azaltmak mümkün değil, çünkü üretim hala sürüyor. “Üretim sürdüğü sürece sayı azalmayacak, sadece bitmeyen bir öldürme döngüsü yaratılmış olacak” diyor.


İstanbul Valiliği, “çevre sağlığı, kamu düzeni ve halk güvenliği açısından”, ilçe belediyelerinden sokak köpeklerinin toplanmasını talep ettiFotoğraf: DHA

Biltekin, toplama işlemlerinde insana alışkın köpeklerin hedef alındığını, onların yerine çeperden gelen, kısırlaştırılmamış ve aşısız köpeklerin boşalan alanlara yayıldığını vurguluyor. Bu durumun kamu güvenliği açısından daha iyi bir tablo yaratmadığını ifade ediyor.

Yaşam hakkı ve hukuki çerçeve

Hayvan hakları örgütleri, sahipsiz hayvanların toplatılmasının ya da “uyutma” adı altında öldürülmesinin yaşam hakkının açık ihlali olduğunu savunuyor. Onlara göre, belediyelerin 2004’ten bu yana yürürlükte olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesi sorunları büyüttü.

Yasa, sahipsiz hayvanların kısırlaştırılıp aşılanarak alındıkları ortama geri bırakılmasını zorunlu kılıyordu. Ancak bu politika hiçbir zaman etkin şekilde uygulanmadı. Belediyelerin bütçe ayırmaması, geçici bakımevlerinin yetersizliği ve denetimsizlik, sokak hayvanı popülasyonunu kontrolsüz biçimde artırdı.

Biltekin de yasa değişikliğinin bu tabloyu ağırlaştırdığını dile getiriyor. Ona göre belediyeler artık aldıkları hayvanı bırakamadığı için kısırlaştırma da yapamaz hale geldi, bu da sayıyı daha da artırıyor. “İktidarın 2004’te çıkardığı yasayı yıllarca uygulamaması sonucunda sorun kangren haline geldi, bu yeni düzenleme ise çözüm değil, sorunu büyüten bir adım oldu” diye ekliyor.

Siyasi boyut

Biltekin, hayvanların toplanmasını yalnızca teknik bir mesele değil, siyasi bir karar olarak da görüyor. Düzenlemenin özellikle muhalif belediyeleri baskı altına almak için çıkarıldığını belirtiyor.

2024 yerel seçimlerinde birçok belediyenin CHP’ye geçtiğini hatırlatan Biltekin, yasa değişikliğine belediye başkanları ve yetkilileri için altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngören maddenin eklenmesini buna örnek gösteriyor. Bu durumun seçmen ile yerel yönetimleri karşı karşıya getirdiğini savunuyor.

Uyutma yasası ve sonrasında yaşananlar

Türkiye’de sokak hayvanları tartışması, geçtiğimiz yıl “uyutma yasası” olarak bilinen düzenlemenin kabul edilmesiyle doruğa çıktı. TBMM Genel Kurulu’nda 30 Temmuz 2024’te kabul edilen düzenleme, 2 Ağustos’ta Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yeni yasal düzenlemeye göre belediye barınaklarına alınan köpekler 30 gün içinde sahiplendirilmezse iğneyle öldürülebiliyor. Hükümet bunu “merhamet koşulları içinde acısız uyutma” olarak savunurken, hayvan hakları örgütleri düzenlemeyi “katliam” olarak nitelendiriyor.

Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra ülkenin birçok kentinde protestolar düzenlendi. Barınaklarda hayvanların yasa dışı şekilde öldürüldüğüne dair raporlar kamuoyuna yansıdı. Ayrıca sosyal medyada köpek saldırılarıyla ilgili dezenformasyon kampanyalarının yürütüldüğü, bazı olayların abartılarak ya da çarpıtılarak servis edildiği iddia edildi.


Yasal düzenleme, barınaklara alınan sokak köpeklerinin, 30 gün içinde sahiplendirilememeleri durumunda iğne ile öldürülmelerine hak tanıyorFotoğraf: DHA

Biltekin, yaşananların münferit olmadığını, sistemin bir sonucu olduğunu söylüyor. Konya’da kafasına kürekle vurularak öldürülen köpeği, Elazığ barınağında savcının “içeride soykırım yaşanmıştır” dediği olayı, Altındağ’daki ölüm çukurlarını ve Gebze’de çöp poşetleri içinde boğularak öldürülen köpekleri hatırlatıyor. Ona göre bu tablo, belediyelerin imkanlarının yetersizliği nedeniyle daha da derinleşiyor.

“Barınaklar ölüm alanına dönüştü”

Biltekin, belediyelerin yeterli imkana sahip olmadığı için hayvanları dağ başlarında çitlerle çevrili, sağlıksız alanlara kapattığını, bu baskılar arttıkça uygulamanın yaygınlaşacağını belirtiyor. Valiliğin son talimatının ardından Arnavutköy Belediyesi barınağında gördüklerini şöyle aktarıyor: “Hayvanların önünde su yoktu, gölgeye erişimleri yoktu.”

HAKİM’in yayımladığı Türkiye Geneli Belediye Hayvan Barınakları Raporu’nun da aynı tabloyu ortaya koyduğunu söyleyen Biltekin, belediyelerin kapasitesiz ve şeffaf olmayan yapısına dikkat çekiyor.

Çözüm ne?

Hayvan hakları savunucularına göre kalıcı çözüm, hayvanların yaşam hakkını ortadan kaldırmak değil, belediyelerin sorumluluklarını yerine getirmesiyle mümkün. Sorunun çözümü için kısırlaştırma politikalarının yaygın ve etkin şekilde uygulanması gerekiyor.

Biltekin’e göre de öncelikle hayvan üretiminin kesin olarak bitmesi şart. Bununla birlikte ülke çapında bir kısırlaştırma seferberliği başlatılmalı; belediyelerle birlikte bakanlıklar da sorumlu tutulmalı, gerekli bütçe ve altyapı sağlanmalı, gönüllülerle koordineli çalışılmalı. Ayrıca yuvalandırma mekanizmalarının güçlendirilmesi ve hayvana şiddet uygulayanların cezasız kalmaması gerektiğini vurguluyor.

“Kamu güvenliği adı altında hayvanları toplamak çözüm değil, bu açıkça bir yok etme politikası. Sürdürülebilir çözüm ancak bilimsel, şeffaf ve hak temelli bir yaklaşımla mümkün olur.”

Valiliğin çağrısı ise hak savunucularına göre sorunu çözmek yerine, hayvanların yaşam hakkını ortadan kaldırmaya yönelik bir adım anlamına geliyor. Tartışmanın merkezinde şu soru var: Toplum güvenliği hayvanların yaşam hakkı pahasına mı sağlanacak, yoksa belediyeler yıllardır yerine getirmedikleri sorumluluklarını mı üstlenecek?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir